Meritokrasi

Meritokrasi yönetim erkinin, yetenek ve kişilerin bireysel üstünlüğüne yani liyakata dayandığı yönetim biçimidir. Bu yönetim şeklinde idare erki, üstün özellikleri olduğu düşünülen kişiler arasında paylaştırılmaktadır. Kayırma yoktur. Özellikle kamu yönetiminde daha bilgili ve yetenekli kişilerin seçilmesi ve yine hizmet içindeki ilerleme, yükselmelerinin bilgi başarı yetenek kıstaslarına göre yapılmasını amaçlar. Osmanlı Devleti’ndeki Devşirme sistemi buna örnek gösterilebilir.

Tarihe bakın, bir ülke yükseliyorsa birçok önemli kişilikle birlikte yükseliyor. Mesela Kanuni Sultan Süleyman dönemi. Batılıların “muhteşem” dediği bu imparator zamanında sadrazam, Sokollu Mehmet Paşa. Belki de Osmanlı’nın gelmiş geçmiş en büyük devlet yöneticisi. Mimarbaşı, büyük Sinan! Doğu medeniyetinin yetiştirdiği en büyük mimar! Kaptan-ı Derya, Barbaros Hayrettin Paşa. Tarihin en büyük denizcilerinden biri. Sarayın el üstünde tuttuğu şair Baki! Divan edebiyatının en büyüklerinden.

Bütün bunlar tesadüf olabilir mi? Elbette olamaz! Bunca yeteneği ve büyük ismi değerlendiren, onları kurda kuşa yem etmeyen; tam tersine, devletin tepesine getiren bir “pozitif seleksiyon” (olumlu eleme) söz konusu. Yukarıda saydığımız isimlerin bazısı Türk ve Müslüman olarak doğmamış. Kiminin kökeni Sırp Ortodoks, kimi Ermeni, kiminin anası Rum. Ama devlet yönetimi için bütün bunlar bir kıstas olmamış ve bulundukları mevkiye “liyakat” ilkesine göre gelmişler.

Meritokrasi toplumda değerlilerin, seçkinlerin güçlü ve etkili olmasını savunan bir görüşün adıdır. Dolayısıyla, üst kademelerde zekâ, çalışkanlık ve diğer mesleki hünerleri bulunan kişilere yer verilmesi anlamına gelmektedir. Liyakat sistemi (Merit System), siyasal kayırmacılık sisteminin uygulamada olumsuz sonuçlar vermesi neticesinde ortaya çıkan bir sistemdir. Sistem, 1883 tarihli “Pendleton Act” in ABD’de uygulanmasıyla başlanmıştır.

Bu sistem beş temel prensipten oluşmaktadır;

1.Kayırmacılık yoktur: Ailenizin değil, sizin kim olduğunuz önemlidir.

2.Yandaşçılık yoktur: Başkalarının sizin için ne yapabildiği değil, sizin ne yapabildiğiniz önemlidir.

3.Ayrımcılık yoktur: Cinsiyet, ırk, din, yaş, geçmiş önemsizdir. Yetenek her şeydir.

4.Eşit imkanlar: Herkesle aynı noktadan başlar ve yeteneklerinizin sizi götürdüğü yere gidersiniz.

5.Tatminkar erdemler: En başarılı insanlar, en yüksek tatmine erişirler.

Devlet iktidarı toplumun geneli yerine birilerinin çıkarı için kullanılıyorsa ve makam ve mevki belirlenirken liyakat sistemine uyulmuyorsa ortada hepimize lazım olan devlet aklı ve refleksi kalmaz.Afrika’daki bir kabile devletinin gördüğü kadar saygı göremez. Böyle bir devlet gücü her alanda hukuksuzluğa, keyfiliğe, çıkar şebekelerine dayanmak zorundadır.

Toplumda adaletin, barışın, güven ve  huzurun sağlanması ancak kamu görevlerine ehliyet ve liyakat sahibi insanların getirilmesiyle mümkün olabilecektir. Ehliyet ve liyakate bakılmaksızın işlerin yürütülmeye çalışılması halinde ise  toplumsal düzenin işleyişi zarar görecek,  ülkenin gelişmesi, ileri gitmesi mümkün olmayacaktır.

Verilen veya alınan her görev bir emânettir. İşi doğru ve düzgün yapmak, emânete uygun davranmanın bir gereğidir.İşe hakkını vermek için işe ehil olmamız, yani iş becerimizin olması, iş hakkında yeterli düzeyde tecrübemizin olması, işi yapma isteğimiz ve kararlılığımızın olması gerekir. Bu sıfatların hepsinin bir araya gelmesine liyâkat diyebiliriz.

Uhdemize aldığımız işleri düzgün yapmaktan sorumluyuz. Eğer âmir konumunda isek, işi ehil olana, yani işi bilene ve işi yapmak kararlılığında bulunana vermek zorundayız.

Çünkü önemli mevkileri işgal edenler halkın içine sinmediğinde “benim neyim eksik!” sorusu ortaya çıkıyor ve bu soru sistemi zehirliyor. Halkın yöneticisine saygısı kalmıyor.

Ülke olarak yıllardır işi ehline vermemekten dolayı çok canımız yandı ve yanmaya devam ediyor. Bu yüzden yıllarımızı yitirdik belki de.Etrafınıza bir bakın yandaşçılık,kadrolaşma derken devlet kurumlarının kadroları son derece yetersiz kişiler tarafından işgal edilmiş durumda.

Bilgisiz, liyakatsiz, tek özelliği yağ çekmek olan, beynini, ruhunu teslim etmiş insanlar bu kurumlarda nasıl yöneticilik yapıyorlar? Benim üzüldüğüm nokta; biz bu arada kendini yetiştiren,görev bekleyen liyakatlı insanlarımızı kaybediyoruz.Onları makam için ruhlarını bir yerlere teslim etmeye zorluyorlar. Öğretmenlerimizi, aydınlarımızı kaybediyoruz. Bizi kahreden budur. Kendisine olan güvenini kaybetmiş, inanç değerlerini pazarlamayı alışkanlık haline getirmiş insanları tekrar kazanmak çok zordur. Onları antibiyotik vererek, tedavi edemezsiniz.

Bir ülke hangi alanda olursa olsun sağlam, kabul edilebilir bir yönetici atama sistemi kurgulayamıyorsa, o ülkenin hiçbir geleceği kalmaz.Yüce Allah’ın emrettiği gibi, ‘Emaneti ehline veriniz’ sözünden hareketle sağlam bir yönetici atama sistemi uygulayamazsanız, dünyada hiçbir iddianız kalmaz.

Bir makamı birine vermenin ilk şartı liyakat olmalıdır. Kriterler ve prensipler herkes için eşit olmalı, kişilere göre hesaplar yapılmamalıdır. Kişiye göre iş icat etmek yerine işe uygun ehil kişilerin seçilmesi başarı için elzemdir. Adalet ve liyakatin olmadığı yerde güven sarsılır, verim düşer, sosyal sağlık bozulur.

Yıllardan beri hemen her hükümet döneminde yapılan kadrolaşma ve kayırmacılık, demokratikleşme sürecimizi ve milli birliğimizi de derinden yaralamaktadır. Bu sığ zihniyet ülkemizi onlarca yıldır kemirmekte ve sürekli paçamızdan çekerek hızımızı kesmektedir. Bu hastalıktan bir an önce kurtulup, toplumun her kademesinde liyakat ölçülerine azami ihtimam gösterilmelidir. Bilgi, tecrübe, liyakat ve tarafsızlığın egemen olduğu bir sistem oluşturulmalıdır. Bunu başarabilen siyasi iktidar bu ülkeye en büyük hizmeti yapmış olacaktır.